Bazı coğrafyaların kaderi farklıdır, hayat çetrefilli yollardan geçer. Bu coğrafyalarda çocuk olmak daha da farklıdır ve zordur, yetişkin olmaktan daha zordur. Bu çocuklar dünyada yer bulamazlar kendilerine, beğendirmeye uğraşırlar kendilerini, sevenleri az olur kusur bulanları çok. Kimse “yahu onlar da çocuk.” deyip geçmez. Herkes onlardan bir yetişkin hali ve tavrı bekler.
İdlib’in çocuklarıydı savaşın çocukları olarak en yakıdan gördüklerim… Ne de güzel çocuklardı keşke herkes görebilse. Pırıl pırıl gözler heyecanlı yüreklerden fışkıran o ışıltıyı bize anlatıyordu. Onlara vereceğimiz türlü hediyeler için aşırı ve tutarsız heyecanları vardı. Heyecanlarına da biraz endişe, agresiflik karışmıştı çocukların. Her an başına bomba yağma ihtimali olan çocuklardan daha normal bir tavır da beklenemezdi. Hediyeler için nasıl mutlulardı, keşke dünya o her saniyeyi görebilseydi. Dillerini bilmiyorduk, biz Türkçe konuştuk onlar Arapça, ama nasıl olduysa anladık birbirimizi. O masum yüzlere bakıp tebessüm etmemek elde değil. Kız çocuğu hepsi. Bizim kız çocuklarımıza süslü elbiseler giydirip süslü tokalar taktığımızda nasıl da şirin oluyorlarsa, nasıl da kendilerini tatlı tatlı bir ruhaniyete büründürüyorlarsa onlar da yakası sökülmüş ve çokça kirlenmiş olan elbiseleriyle, yırtık ayakkabılarıyla, kırılmış tırnakları, bir tamirci gibi yıpranmış elleriyle hediyeleri verdikten sonra bize nasıl gülüyorlardı nasıl pozlar veriyorlardı bir görmeliydi herkes. Çünkü onlar da kız çocuğu, bizim kız çocuklarımızdan farkı olmayan kız çocukları. Yetimler ya zaten, başta bu sebeple bizim çocuklarımız onlar. Ve evet bu kadar acılarına, bu kadar katliama sessiz kaldığımız için, onlara sahip çıkamadığımız için bizim çocuklarımız onlar. Her çocuktan daha çok bizim çocuklarımız. Ahlarının, gözyaşlarının, uykusuz ve korkulu gecelerinin hesabını ödeyemeyeceğimiz çocuklarımız onlar bizim. Teknolojinin bu denli ilerlediği dönemde Ay’a uydular, insanlar gönderirken; bir tokadan, “Made in China” yazılı çok sıradan bir tokadan mahrum kalan kız çocukları onlar.
Coğrafya kaderdir demiş İbn Haldun. Evet kaderdir ama bir kader insanın insan olduğunu değiştirmez. İnsan kutuplarda da yaşasa insandır, Afrika’da da yaşasa insan, Avrupa’da da yaşasa insandır. İnsan insandır. Coğrafya ise, kimisine toprak parçası kimisine vatandır. Bu çocuklar ise İdlib coğrafyasında, hayalleri ve sevdikleri ellerinden alınmış, korku ve endişeleriyle bir alana hapsedilmiş insanlar. Bu çocuklar hangi hayali kurabilir ve hangi hayalin eteklerine sımsıkı tutunabilir. Bu çocukların basit bir tokası bile yok. Saçlarını yıkayacak temiz suları, günün 24 saati evlerinde elektrikleri yok. Hangi hayalin bahçesinde koşabilecek bu çocuklar tiril tiril elbiseleri rüzgârda uçuşurken. Bizler onlara korkma dediğimizde korkmayacaklar mı, peki ya da takma kafana kendini motive etmek için şu 5 şeyi yapmalısın dediğimizde akıllarındaki tüm endişeler silinebilecek mi?
Bu kız çocukları bize koşulsuz sevgiyi verdi. Ellerinden tuttuk, sarıldık sevdik, hediyeler verdik, yiyecek ikram ettik.. Ellerinden tutup nereye götürürsek geldiler. Gelmem diyeni, endişe duyanı hiç olmadı. Koşulsuz güven ve sevgiyle bizi takip ettiler. Fotoğraflarını çektik, nasıl da tatlı, sevimli pozlar verdiler. Üstelik o fotoğrafların nerede paylaşılacağını bilmeden ve paylaşıldıktan sonra da hiçbir zaman haberdar olup göremeyecekleri fotoğraflar için bize utangaç bakışlarla sevgi dolu pozlar verdiler. Bazıları ise hiç gülmedi, ne yaptıysak güldüremedik ama güvendi, usulca yanımızda durdu bizi takip etti.
Siz hiç koşulsuz sevdiniz mi? Siz hiç sorgusuz güvendiniz mi? Onlar bize bu kadar güveniyorken, bazıları onların üzerinde kara bulutlar gezdirmeyi keyifle, şehvetli bir arzuyla istiyor. Bu çocuklar o kara bulutların sahiplerini sokakta sivil görse onlara da güvenir miydi?.. Güvenirdi… Çocuklar güvenir. Çocukların coğrafyası yoktur, ırkı yoktur, dili, rengi yoktur. Çocuk, Allah’ın yaratmış olduğu insanın en saf halidir… Çocuk, insanın insan olduğu en güzel evredir. Bizler Chopin’in Barkarol’unu dinlerken, çatısı uçmamış evlerimizde tütsülerimizden çıkan lavanta kokuları eşliğinde keyifli bir günün daha geçmesini bekleyebiliriz. Ama bir gerçek var ki bunu bilmek gerekir; o çatılar ilelebet sağlam kalmaya yeminli değildir. Dünyaya geldik ise gitmeye, o çatıların herkes için olduğunu bilmek gerekir, kaderin başkasının kaderiyle çakışabileceğini, bir tebessümün bir kaderi değiştireceğini bilmek gerekir.
Çocuklarına anlatacak öğretisi olmayan, verecek hayalleri kalmayan anne babaların yaşadığı bir yerde çocuklar coğrafyanın taşına toprağına bürünür, yeşeremez, renklenemez, rüzgâra kapılıp uçamaz, insanın hayatî zevklerine erişemez. Renksizleşip, yok olup giderler. Savaşın çocukları onlar. Savaşta hayatta kalmayı başarabilmiş ama hayatın nimetlerinden faydalanmasına sınır getirilmiş, ötekileştirilmiş, merhamete layık görülmemiş koşulsuz seven çocuklar. Halbuki bir bilseniz ne kadar güzel gülüyorlar o çocuklar… Onların bu koşulsuz sevgisi ve merhametle gülümseyişleri bir gün bizlere de bulaşır mı?..